
Bildiğimiz gibi bir işletmenin kuruluş amaçları karlılık , süreklilik , büyüme , mal ve hizmet üretimi ve sosyal sorumluluk gibi ana başlıklar altında toplanabilir . Dolayısı ile bir işletme varlığını ancak bu şekilde sürdürebilir .1980’ler den sonra bilgi toplumuna geçiş ile beraber sermayenin zaman ve mekan bağımsız hale gelmesi yani Globalleşme ile rekabet şartları oldukça ağırlaşmıştır .Tabii ki Küreselleşme bir çok olumsuzluğu da beraberinde getirmiştir.Benim sizler ile paylaşmak istediğim konu Paradigm Shift ( Paradigma Değişimi ) ile ilgili boyutu içermekte .Paradigma Değişimi nedir ? Paradigma yı kısaca değerler bütünü olarak ele alabiliriz ; değişimi ise olumsuz yönde ele almamız gerekiyor ; çünkü bu kavram Küresel Maddi Manevi Yıkım yani işletmelerin en kısa zamanda en fazla karı elde etmeyi hedeflemesi ve sadece şirket hissedarlarını karşı sorumluluk alması olarak tanımlanabilir .
Yüzlerce ülkede kolları olan çokuluslu şirketlerin bütçeleri artık devletlerin bütçeleri kadar fazla .Bu şirketler on binlerce insana istihdam sağlıyor ve dev ekonomilere sahipler .Bu konu ile ilgili çarpıcı istatistikler var .şu an 350 büyük şirket , dünya global ticaretinin %40 ını gerçekleştirmekte ; çok uluslu şirketler gittikçe artan bir oranda birçok devletin sahip olduğundan daha fazla serveti ve ekonomik gücü kontrol altında tutuyor .
Böyle bir ortamda işletme amaçlarına kurumsal toplumsal sorumluluk adında yeni bir kavram da eklenmiş oluyor .Az önce bahsettiğimiz Paradigma Değişimi sonucu ; kaptanlığını bu dev , çokuluslu şirketlerin yaptığı geminin , içinde ki tüm yolculalarla beraber batacağı sinyallerini vermeye başlamasıyla ortaya çıkan KTS , dev işletmelerin hem maddi hem manevi yıkım olarak adlandırılan bu sürece dur demek zorunluluğunu hissetmeleri ve üstlenmeleri ile şekillenmiştir . Artık amaç , en kısa sürede en çok kar ederek sadece işletme hissedarlarına karşı sorumlu olmaktan , işletmelerin vizyonu , misyonu , yönetimi , iç sosyal paydaşları ( çalışanları ) , dış sosyal paydaşları ( tedarikçiler ve müşteriler ) , teknolojisi ( çevre , insan , gelecek , istihdam dostu ) , ürünleri , hizmetleri , ilişkileri ve projeleriyle bütünleşik bir kurumsal toplumsal sorumluluk anlayışının uygulanmasına dönüşmüştür . Bazı şirketler kavramın gerçekten hakkını vererek uyguluyor ve toplum üzerindeki sorumluklularını yerine getiriyor. Bazıları ise modaya uyup, hissedarlarına hoş gözükmek için uyguluyor ”muş” gibi yapıyor. Artık sağlıklı ve güçlü bir ekonominin göstergesi yalnızca şirketlerin ekonomik performansı değil, ne ölçüde sosyal ve çevresel sorumluluklarının bilincinde oldukları ve kalkınma konusuna verdikleri destek ile ölçülüyor. Kurumsal ve sosyal sorumluk alanında en başarısız örneklerden biri sayılan enerji devi Enron, kötü örneklerin yaşamlarını sürdüremeyeceğini ve sistem tarafından dışlanacağını gösteriyor.
Biraz daha özele inecek olursak , temel evrensel insan haklarına da değinmeden geçmek istemem , temel haklar ( beslenme , ulaşım sağlık vb.. ) , seçme hakkı ( ürün ya da hizmet ) , sağlık ve güvenliğin korunması hakkı , bilgi edinme hakkı , temsil edilme ve katılım hakkı gibi ..
Böyle bir girişten sonra artık asıl konuma gelebilirim . Her birimizin birey olarak makro boyutta işletmelerin , devletlerin olduğu gibi mikro boyutta da bazı toplumsal sorumlulukları var. Oldukça yaygınlaşan ve mükemmel bir bilinçlenme örneği olan sivil toplum örgütleri , dernekler vs. gibi kurumlar ile faaliyetleri incelendiğinde ; belki birey olarak bir çoğumuzun çevresinde gelişen her türlü olaya duyarlılığın artması ve insanlığa katma değer sağlayacak çalışmaların varlığını görebiliyoruz .Dolayısı ile her birimizin yaşadığımız topluma , çevreye ya da evrensel anlamda insanlığa ve dünyaya karşı sorumlu olduğumuz bir gerçek .Bu nokta da bu sorumluluğumuzu ne derece yerine getirdiğimizi sorgulamamız gerekiyor .
Çok çarpıcı bir örnek vermek isterim ; belki çoğunuz ünlü yönetmen Michael Moore un CNBC-E de ABD ile ilgili yaptığı AWFUL TRUTH adlı programı izliyorsunuz .Moore bir deney yapmaya karar veriyor ve çok işlek bir cadde de , ekibinden birini kaldırıma yatırıyor , kişi sözde bayılmış bir şekilde kaldırımda öylece yatıyor ... Ve insanlarlar yanında geçip gidiyorlar .. Ne kadar acıdır ki , bir kişi bile o kişiyle ilgilenmiyor hatta bakmıyorlar bile .. İngiltere de yine aynı deney ve aynı sonuç .. En sonunda Kanada da insanlar kişinin yanına giderek ilgileniyorlar ve Moore dan kocaman bir tebrik alıyorlar ..
Peki aynı deney Türkiye de yapılsa idi sonuç ne olurdu acaba ?
Arkadaşlar aslında söylemeye çalıştığım , gün geçtikçe çevresel ve ekonomik şartlar değiştikçe insanlar birbirlerine yabancılaşmaya , bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılığa , duyarsızlaşmaya özetle assosyalleşmeye doğru yönelir oldular . Oysaki insanı insan yapan olgu düşenebilmesi ve sosyal olması değil mi ?Lütfen değerlerimize , kültürümüze sahip çıkalım . Ekonomik anlamda gelişmenin , teknolojik olmanın , güçlü ve büyük olmanın bedeli çok mu pahalı acaba ?..
İnanın daha sayfalarca yazabilirim ; son olarak belki de çok bilindik bir Amerikan Yerlisi Atasözü ile tamamlamak istiyorum :
ONLY AFTER THE LAST TREE HAS BEEN CUT DOWN,
ONLY AFTER THE LAST RIVER HAS BEEN POISONED,
ONLY AFTER THE LAST FISH HAS BEEN CAUGHT,
ONLY THEN WILL YOU FIND THAT MONEY CANNOT BE EATEN.
Son ağaç kesildikten sonra;
Son nehir zehirlendikten sonra;
Son balık yakalandıktan sonra;
Ancak o zaman paranın yenemeyeceğini göreceksiniz .